Gerçek İslam hangisidir?


   

              İnsan hayatında önemli bir yer kapsayan temel kıstaslardan biri de onun inançıdır. Yaratıcıya inanç dinlerin oluşmasına neden olmuştur ve çeşitli dinlerde Yaratıcı Allah hakkında tasavvurlar de çeşitlidir. Bu makalede ben, "din" kelimesinin asıl mahiyetinin ne olduğunu açmaya çalışacağım.

Ünlü yazar ve konuşmacı Laktansiya (IV yy.) "Din" (lat. Religio) kelimesinin - "bağlamak", "birleşmek" anlamında olan "religare" kelimesinden meydana gelmesini bildiriyor. Onun yazdıklarına göre, Allah insanı o yüzden yaratmıştır ki, Allah'a gereğince, adaletle itaat etsin ve sadece O'nu tanısın. İnsanın borcu - Allah'a bağlı ve sadık olmak, hak ve gerçek din ilkelerinin yoluyla gitmektir. Laktansiya bildiriyor ki, bir çok din vardır, fakat bu dinlerden sadece biri gerçektir. Bu gerçek dini anlamak için ise insani bilgelik azdır, İlahi bilgelikle nurlanmak gerekir. İnsanlar dünyadakı hayatın zevkinin  esiri oldukları için, gerçek dinin gücü yoktur, o her zaman zulüm içinde ve karanlıkdadır (В. Костюк, “Учение Лактанция о религии”, http://vstrecha-mpda.ru/archive/01/uchenie_laktantsija_o_religii/).

Laktansiyanın yazdıkları Kur'an ve hadislerde de kaydediliyor. Kuran'da da belirtiliyor ki, Allah cinleri ve insanları yalnızca O'na hizmet etmeleri için yaratmıştır (Kur'an 51:56). Demek ki, insan hiç de tesadüfen veya evrim yoluyla yaranmamışdır. Allah insanı, O'na itaat ve hizmet etmek için özel yaratmıştır.

Laktansiyaya göre, gerçek dinin bir olması, diğer dinlerin ise anlamsız olarak algılanması, peygamberimizin ümmetinin 73 tarikata bölünmesi ile ilgili hadisi hatırlatıyor. Kaynaklara göre, Hz. Muhammed Resulullah buyurmuştur: "Yahudiler, yetmiş bir tarikata ayrıldı. Bunlardan biri cennette ve yetmişi ateştedir. Hıristiyanlar da, yetmiş iki fırkaya (tarikat) ayrıldı. Onlardan da yetmiş bir fırka ateşte ve biri cennettedir. Muhammed'in canı elinde bulunan (Allah)'a yemin ederim ki, benim ümmetim, yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka cennette ve yetmiş iki fırka ateştedir." Cennete düşen tarikat hakkında sorulduğunda ise Resulullah: "Onlar benim ve Ashâbımın yoluyla gidenlerdir" veya "O da cemaattir" demişti.

Cennete düşecek tek tarikatı belirlemek için Kur'an'a bakmak yeterlidir. Çünkü Kuran'a göre Allah, güneşin doğduğu yerde yaşayan özel seçilmişler soyu ile kendisi arasında perde yaratmamıştır, yani Allahin sırrını sadece onlar bilmişlerdir (Kur'an, 18:90). Kaynaklarda "batıni" olarak adlandırılan bu aşiretin adı onlara, Kuran'ın gizli anlamlarını idrak ettikleri için verilmiştir. İslam izoteriklerine göre bu şii nizarilerinin topluluğu - Allah'ın kendisi tarafından yönetiliyor. Onların ışık (nur) hakkında yüksek eğitimi Eflatun ve ondan önceki bilgelerin öğretisine uygundur. Kaynaklarda onları - "zamanı öncelemiş ve  tam mutluluğa ermiş" Deylem türkleri de adlandırılıyorlar.

Hıristiyan kaynaklarında bu şii nizarileri (ensariler) - Nasıralı (nasara/nazaret), yani İsa peygamberin eli gibi gösteriyorlar. İsa'ya ait edilen Galile (Celil) sembolü ise, sufilerin Hulûl [HLL] adlandırdıkları ve "Allah'ın tecessümü", "Allah'a kavuşma", "Allah'la vahdet" anlamında olan sufilerin "Vahdet el Vücud" sembolüdür. Bu simge aynı zamanda Laktansiyanın kaydettiği "din" (lat. Religio) kelimesinin - "bağlamak", "birleşmek" anlamında olan "religare" kelimesi ile aynıdır ve "Allah'la vahdet", "Allah'a bağlılık" anlamında ilk madde ile vahdeti bildiriyor. Batın ilminde "din" anlamında olan "Religio" [RLG] simgesi aynı zamanda Gilar [RLG] gibi de okunuyor ki, bu da Qalil/Hulûl sembolü gibi Gel eli anlamındadır. Bu ve bununla ilgili diğer sembollerin izahı - yazarı olduğum "Bütün dinler birdir" adlı makalede geniş yorumlanıyor.

İsa peygamberin yahudi olarak algılanması o demektir ki, O - kaynaklarda aşırı şiiler adlandırılan Hazar türklerinin Gel (Qulat) begleri soyundandır. Çünkü, bütün kaynaklarda yahudi, yani "bilgisine göre seçilmişlerdir" deyince, Hazar türk hakanı ve beğler (bey) öngörülüyor. İslam'da "Beyt el-ilm ve'l-marifet ve'l-hikmet", yani "bilim ve hikmet Evi"nin üyesi deyince de işte bu Evden olan Ehl-i Beyt anlaşılmalıdır. Bu Ev ise ismaili-nizarilerin Qulat (Gel) evidir ki, Tevrat'ta bu ismailliler - Qalaad elinin ehli sayılıyor. Eski Ahit'te Qalaad - Allah için özel bir yer sayılıyor ve Allah Qalaadı - "Benim Qalaadım" adlandırıyor (Библия, Пс.59:9). Burada yaşayanlar ise - Allah'ın kendisine hizmet  için seçtiği yahudilerin Levit neslidir ve Tevrat'ta Allah Levitleri - "Benim Levitlerim" adlandırıyor.

Batın (Ledün / Sufizm) ilminde Levit [LVT] sembolü - Muhammed peygamber, Ali ve ailesi anlamında olan El-Beyt [L-BT] simgesi ile aynıdır. Bu ise o demektir ki, Kuran'da İsrailoğulları adlandırılan yahudi seçilmişleri - müslüman şiilerin türk beglerinin neslidir. Müslüman, hıristiyan ve yahudilerin cennete düşecek fırka ehli de işte ismaili-nizari batinileridir. Ben "Batıni-Kur'an" kitabında ve makalelerimde tüm bu sembollerin tam bilimsel izahını verdim ve gösterdim ki, Batinilerin Gel Evi eski Mısır kaynaklarında, Allah'ın "Dünya"yı yaratmaya başladığı Gel kentidir (Geliopol). İslam'da Rahman, eski Mısır'da ise Ra-Eman (Ra-Amon) adlandırılan Allah da işte buradan arşa yükselip, ona hakim olmuştur. Firavun Emanın ruhu anlamında olan Şu Allah'ı ise yahudi ve hıristiyanlarda Yeşua, yani İsa gibi, İslam'da ise Şii olarak kalmıştır. Demek aşırı şiiler, Rahman Allah'ın ruhunu taşıyan kutsallar neslidir ve bu bâtınî nizarileri, hıristiyanlıkta İsa'nın Nasıra (nasara/nazaret) eli, yahudilerde ise hayatlarını Allah'a adamış nazoreyler gibi kayıt ediliyorlar.

Yaptıklarım - Kur'an ve diğer kutsal kitapların batıni, yani gizli anlamlarıdır. Özel olarak belirtmek isterim ki, dinler farklı olsa da bütün bu dinlerin bâtınî, yani gizli anlamları aynıdır. Bu ise o demektir ki, bâtıniler sadece Kur'an'ın değil, diğer dinlerin ve genel olarak tüm eski yazıların gizli, yani gerçek anlamlarını anlayan türkler neslidir. Ancak şunu belirtmek yeterlidir ki, İslam'ın sayılan alimlerinden olan Muhiddin İbn Arabî'ye göre Kur'an'ı sadece seçilmişler idrak edebilir. Sıradan insanları ise Arabi - "doğa ve şehvet yöneten, zayıf akılda olan, mantıksız" sayıyor ve "hayvansal insan" adlandırıyor. Aynı fikri yahudi ve hıristiyan bilginleri de yazıyorlar. XVI yüzyılda yaşamış Varmi piskoposu, kardinal Qozi de Eski Ahit'e (Mf.7: 6) dayanarak demiştir: "Eski Ahit'i halka okumaya vermek - kutsal şeyi köpeğe vermek, inciyi domuzun önüne atmak demektir." Demek ki, dinlerin gizli, yani batıni anlamları, sıradan  anlamlarından bambaşka olan ilimdir. Bu ilimde her sembol özel anlam ifade ediyor ve onu anlamak için eski sırları bilmek önemlidir. Ben İslam'ın bazı sembollerinin zahirle batıni anlamlarının karşılaştırmasını vermekle, insanlarda İslam'ın ve diğer dinlerin gerçek anlamları hakkında fikir yaratmak isterim.

Bildiğimiz gibi, İslam dinin kurucusu olan Muhammed peygamber sıradan insan gibi kabul edilmiştir. Ledün, yani Bâtın ilminde ise Muhammed sembolü - "Midiya maqı" (mediumu), "Qamlıq durumunda olan Adem", "ahiretten sonraki Dünya", "insan ruhunun ilk madde ile vahdeti" ve b. diğer  anlamlara geliyor. Tüm bu sembolleri birleştirdikte ve basit dilde ifade edince, Muhammed sembolü - "dirilik suyundan gökte yaratılmış ruhlar dünyası ve onu yöneten insanın ruhu" anlamına geliyor. Demek ki, batinilerdə Hz. Muhammed - dünyayı yöneten Allah'ın ruhudur.

Peygamber sembolü sıradan anlamda "Allah'ın elçisi" olarak kabul edilmiştir ki, hiçbir İslam alimi Allah simgesi altında kimin veya neyin kastedildiğini, onun elçisinin işinin ne olduğunu anlatamaz. Batın ilminde ise peygamber simgesi altında - "Göklerde ölümsüzlük kazanmış kutsalın ruhu" fikri anlaşılıyor ki, bunlar firavun Emanın (Amon) ve onun yarattıkları 124 bin ölümsüz kutsalın ruhlarıdır. Bu ölmezler nesli kaynaklarda (120 bin) mülteciler, yani mekkeliler adlandırılıyorlar ve Bâtın ilminde bu sembol altında Maqoqlar (Mecüc) öngörülüyor. Magog sembole hem maq, yani medium ve hem de Qoq, yani Hak (Allah) anlamında eski Mısır Allahlarına aittir.

İslam'ın bu mantıkla te'vili, tabii ki modern din alimlerinin kabul edemeyeceği mantıktır. Ben ise bu âlimlere  peygamberimizin silah arkadaşı olan Abdullah İbn Abbas'ın kitle karşısında dediği sözü hatırlatmak isterim: "Eğer ben Kuran'ın (65:12) bu ayetinin peygamberden duyduğum izahını söylersem, siz beni taşlarsınız". Bu o demektir ki, Kur'an'ın bâtınî anlamını sadece hazırlıklı insanlara söylemek gerekir ve tesadüfi değil ki, hıristiyan bilgeleri bu sırları açmadan önce, bu sırrın saklı tutulması ile ilgili onun özel taleplerini iletiyordu: "Göz görmeyen, kulak işitmeyen, kalbe doğmayan ve herkesten yüce olan büyük saadeti bilmek istiyorsan, bu öğretinin gizli saklanmasına and iç".

İslam'ın temel sembolü - "Allah birdir ve Muhammed onun Resulüdür" ifadesidir ki, bu da zahiri anlamda - belirsiz yaratıcının bir olması, onun gönderdiği elçinin ise Muhammed adlı bir insanın olması demektir. Batın ilminde ise bu ifade - "kozmik sistemi kapsayan ilk maddenin tek yaratıcı enerji olması, onun içinde ise yerküreyi kapsayan ve Adem (Mısır'ın Atum Allah'ı, Edem) biçiminde ruhlar "Dünya"sının oluşturulması" demektir. Bu "Dünya"yı yöneten ise Midiyadan olan firavun Amon'un ruhudur. Uzayın sırlarını, onu kapsayan ilk maddenin yasalarını bilmeyen ve onu anlamak kudretinde olmayan insanlara bu fikri iletmek tabi ki zordur. Bu nedenle de sufi bilgeleri, Rahman Allah'ın yaptıklarını sembollere çevirerek, onu sıradan insanların idrak yeteneğine uygun biçime salmışlar ve bu karakteri Muhammed peygamber gibi sunmuşlardır.

Matematiksel mantığı olan her insan biliyor ki, hiçbir zaman, hiç kimse - mucize göstermek yeteneği olmayan ve sadece "Allah birdir ve ben de O'nun elçisiyim" diyen sıradan insanın arkasından gitmez ve aksine onu ruh hastası olarak kabul ederler. Muhammed peygamber ise müslümanlar için Allah düzeyli bir varlıktır. Herhangi bir iş görünce müslümanların "Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali" demesi, onların Muhammed peygamberi ve Ali'yi - Allah düzeyinde tutması ve ondan yardım dilemesi anlamındadır. Hıristiyanlar da bu anlamda "Baba, Oğul ve Kutsal Ruh"u çağırıyorlar ki, bu da sufizmde aynı sembollerdir. Bu ise o demektir ki, dinlerin bâtınî ve zâhirî yorumları, insanların kavrama yeteneklerine göre semboller diline çevrilmiştir.

"İslam" sembolü de zahiri anlamda sadece "din" demekse, batıni anlamda bu sembol "İssi-Alem", yani gökte Rahman tarafından yaratılmış "Alem"in "ruhu" demektir. Bu sembol eski Mısır yazılaırnda "Şu Alemi", yani "Şu Tanrısı'nın ruhundaki Alem" anlamı veriyordu ki, kaynaklara göre Şu kalkarak Nut göğünü Qeb (İslamda Gayb alemi) toprağından ayırmış ve gökte saklamıştır. Kuran'da da (21:30-34) da Allah'ın göğü yerden ayırması özel dikkate iletilir ve bu olay ölmezlikle ilişkilendiriliyor ki, bu da ameli-salihlerin ruhlarının bu gök aleminde ölümsüzlük kazanmasına işarettir.

Batın ilminde "İslam" sembolü yahudilerin Şelomo sembolü gibi de okunarak, hem Süleyman peygamber anlamında ve hem de Yeruşalim anlamında kabul ediliyor. Hıristiyanlarda ise bu sembol "İsa-Alemi" görüşünü ifade ediyor ki, İsa sembolü de "ruh" anlamındadır. "Alem" kelimesi kendisi en eski kaynaklarda Elam devletinin adı gibi kaydediliyor ve gökte yaratılmış ruhlar dünyası anlamındadır ve b.

 Modern bilim ve teknolojinin gelişmesi hiç de insanların aklının gelişmesi demek değildir. Hiç kimse düşünmüyor ki, 5500 yıllık insan tarihinde neden bilim gelişmemiş ve sadece son iki yüz yılda birden bire gelişmiştir. Tabii ki bu, insan aklının zayıflığı, insanın mantıksızlığı ile ilgilidir. İnsanlar öyle sanıyor ki, Arabistan Çölü'nde, adi kertenkele etinin bulunmadığı bir yerde, insanlar yüksek kültür yaratabilirler. Sonra da, "Allah birdir, ben de Allah'ın elçisiyim" diyen sıradan bir insanın önderliği ile, Sümer-Akkad kültürü yaratmış ve kaynaklarda "üçte iki insan, üçte bir Allah" adlandırılan kutsalların dinlerini değiştirip, onlara İslâm'ı kabul ettirebilirler. Tabii ki buna sadece ilmi, tefekkürü zayıf olan insanlar inanabilir.

Mantığın zayıflığının sonucudur ki, insanlar bugün Allah'ın adıyla ticaret ediyorlar, bunun cezasız kalacağını düşünüyorlar. Onlar sözde kendilerini din, iman adamları gibi kaleme verseler de, bu insanları Allah ve Onun yarattıkları değil, Allah'ın adına kendi çıkarı için kullanmak düşündürüyor. Bu nedenle hiç kimse gerçek İslam'ı, yani Bâtın ilmini anlamak için çalışmıyor, sıradan insanlar için öngörülmüş ve herkesin kabul ettiği zahirî mânâ ile "iyi yaşamak" için mücadele veriyorlar. Hiç kimsenin aklına bile gelmiyor ki, her şeyi gören ve bilen bir Varlık, tüm bu olacakları önceden bilmiş ve "Levh-i Mahfuz"da sembollendirmişdir. Onun bugünkü işi de bu yazdıklarını hayata geçirmektir. İbn Arabî bunları "Füsus-ül Hikem" adlı kitabında insanların dikkatine iletmişdir. Fakat bu günkü din adamları ne Arabî'yi, ne Eflatunu, ne de diğer bilgelerin yazılarının anlamlarını anlayamazlar. Onlar bu yazıları eski insanların avamlığının tezahürü, Allah'ın adı ile kendi lehine kullanmak için yazdıklarını düşünüyorlar.

Kuran'da, zahiri manayı tercih eden bu din adamları hakkında yazılıyor ki, ki, onlar sadece tasavvurlarının ardından gidiyorlar ve yanlış yoldadırlar. Dini oyun ve eğlenceye çevirmiş bu insanları iyi yaşam aldatmıştır. Allah bu inamsızların kalplerine örtü, kulaklarına karlık indirmiştir ve onlar kör gibi dolaşıyor, ahiretle görüşü ve alâmetleri inkâr ediyorlar. Kur'an'a göre, bütün belirtileri görüp inanmayanları, dine gelir kaynağı gibi bakanları, gerçeği inkar edenleri ve bunları masal sayanları Allah çok ciddi cezalandıracak ve ahirette en çok zarara uğrayanlar onlar olacaklar (Kur'an, 6:116, 7:51,17:45 , 27:4, 6:25,10:39 ve b.).

Tüm bu yazılanlardan çıkan sonuç şudur ki, Kur'an'ın asıl ve gerçek anlamı, onun zahiri değil, bâtınî anlamıdır. Asıl din de, gerçek anlamı bütün dinlerde aynı olan Batıni İslam'dır. Batıni mananın idrakına çalışmayan insan - din alimi, şeyh, gerçek mümin olamaz. Kendini iman adamı, Allah'a yakın sayan ve Cennette peygamberlerle beraber olmak isteyen her insan sufizmin bu tarikat (tarika) yolu ile gitmelidir.

Sufi dahisi Gazali'nin yazdıklarına göre, tarika yolu Allah'ın idrakına götüren tek yoldur ve bu yolu giden sufilerin yaşam tarzı en iyi yaşam tarzıdır. Onların adet ve edebleri ise en temiz adet ve edeptir. Sufilerin hareket ve çalışmalarının kaynağı peygamberin nurudur ve dünyada insanların kendilerine rehber tutacağı ikinci bir nur yoktur (Абу Хамид Аль-Газали, «Избавляющий от заблуждения», site: http://www.iph.ras.ru/~orient/local/gazali.txt).

Bütün bunlar hakkında daha geniş bilgiler, yazarı olduğum "Batıni-Kur'an" kitabında verilmiştir. Bu kitabı tam kavramış insan kendini sufi bilgeleri safında hesap edebilir.

 

Makale Azerice'den Türkçe'ye Google aracılığıyla tercüme edilmiştir.

 

Firudin Gilar Beg